BOSNA HERSEK-SARAYBOSNA GEZİ NOTLARI
Ve kalbim Saraybosna'da kaldı…En sona yazmam gereken bu cümleyi en başa yazmakla aslında saraybosna gezimin bende nasıl bir etki yarattığını anlamışsınızdır. Ve bir kez daha gelmenin özlemi, yaşanılan duyguların tekrarı için en kısa sürede tekrar saraybosna ziyareti yapmanın isteğiyle ayrılmıdım bu güzel ülkeden. Ve daha fazla duygusala bağlamadan saraybosna notlarına başlayalım
Genel olarak tramvaylar çok eski ve bakımsız ama savaştan çıkan bir halk için toparlanma sürecinde yadırgamamak lazım…
sırtçantamı bırakıp, bir duş aldıktan sonra kendimi saraybosna sokaklarına vurdum, 5 dk yürüme ile tarihi başçarşı'ya geldim. Burası saraybosna'nın merkezi konumunda ve tüm gezilecek yerler ana arter olarak burada bulunmakta. 15.yy'da Osmanlı tarafından kurulan bu çarşıda saraybosna'nın sembolü sebil yer almakta.1753 yılında Mehmet Paşa tarafından yaptırılan sebil tüm saraybosna halkının ortak buluşma noktası konumunda…
Başçarşı ve sebil meydanı
Başçarşı özellikle 92 yılındaki Sırpların açtığı savaş sonrasında yok edilmek istenmiş ve yoğun sırp ateşine maruz kalmış ama yine de onca badireden sonra dimdik ayakta. Saraybosna'da özellikle bu bölgede herkes Türkçe konuşmakta ve etraf tarihi ve gezilmesi gereken Osmanlı mimarisi eserler ve camiler ile dolu. Çarşı içerisinde alışveriş yapılabilecek bir çok dükkan, cafe, ve ünlü Boşnak böreği ve köftesini yiyebileceğiniz lokantalar ile dolu. Burası adeta canlı bir tarih kokan mahalle. Çarşı çok kalabalık ve adeta turistler akın etmiş durumda. Yolda adımlarken benim gibi gezmeye gelen bir çok türk ile karşılaştım. Hafta sonu için gelen, yıllık iznini burada geçiren bir çok türk, ülkemizin değişik şehirlerinden buraya gelmiş. Adeta ülkemizde hissediyorum kendimi. Saraybosna yeşillikler içinde bir şehir, aslında Bosna hersek tamamen yeşillikler içinde bir ülke. Yemyeşil vadiler, tepeler, dağ etekleri var ve görsel olarak çok güzel bir izlence yaratıyor.
Başçarşı'dan saraybosna yamaçları
Çarşıda adımlarken her sokaktan kaç kez geçtiğimi hatırlamıyorum bile, her adımlamada farklı bir doku, farklı bir güzellik çıktı karşıma. Her yol, her adım başçarşıya çıkıyor saraybosna'da.
Başçarşı turunu yaparken tam çarşının bitiminde yer alan Hükümet Konağı dikkatimi çekti. 1896 yılında yapılmış tarihi bir eser konumunda. Genelde saraybosnayı baştan aşağıya katedeceğiniz ikinci bir yürüyüş parkuru konumundaki Miljacka nehrinin sağ ayağında bulunuyor. Savaş sırasında yoğun olarak sırp ateşine ve bombalarına hedef olmuş ve çok zarar görmüş. Şimdi ise yavaş yavaş eski günlerine dönüş sinyali veriyor yapılan tadilatlarla.
Hükümet konağı
Saraybosna yapılandırma olarak Miljacka nehri eteklerine kurulmuş. Nehir boyunca iki yakayı birbirine bağlayan bir çok köprü bulunmakta ama en ünlüsü 1.dünya savaşının başlamasına neden olan Latin Köprüsü. 1914 yılında Franz Ferdinand ve karısı Sophie tam bu köprü üzerinde Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip tarafından öldürüldü ve hemen akabinde 1. Dünya Savaşı başladı.
İşte tam bu noktada yapıldı suikast ve dünya tarihi değişti
Latin köprüsü'nün hemen yanında Saraybosna Müzesi var, içeride bu suikast ile alakalı görsel eşyalar sergileniyor, saraybosna tarihini yansıtan eserlerde var burada. Müzenin dış cephesinde saraybosna tarihi ile ilgili fotoğrafların yer aldığı bölümler bulunmakta ama içeriye girdiğinizde gerçekten dünya tarihini değiştiren bu suikast ile alakalı materyalleri görünce bambaşka bir duyguya kapılıyor insan.
İnat Kuca'nın hemen yanında, nehir yakasında yer alan bir cami dikkatimi çekti. Hızlı adımlarla heyecanla gittim camiye. Evet burası Hünkar Camii. 1457'de İsa Bey tarafından Fatih Sultan Mehmet'e armağan olarak yapılmış. 1566 yılında Kanuni Sultan Süleyman zamanında son halini almış.
Caminin bahçesinde yer alan tarihi Osmanlı mezarlığı
Gerçekten farklı bir duygu bu ve çok güzel hissetmesi. Saraybosna tam bir din kardeşliğinin görüldüğü bir şehir. İstanbul gibi kilise ve camiler yan yana, kimse kimseye dininden dolayı karışmıyor ve kardeşçe yaşanıyor burada. Yavaştan yorulduğumu hissettim. Uçaktan indiğimden beri daha mola vermeden şehri adımlamaya başlamıştım. Hostele geri döndüm. Şehir merkezine ne kadar yakın bir hostel tutarsanız o kadar avantaj sağlarsınız saraybosna'da. Yürüyerek 5 dk'da hostele attım kendimi. Bir duş aldım ve uyudum. Yaklaşık 3 saatlik bir uykudan sonra uyanıp, kendimi dışarıya, saraybosna gece hayatının ortasına attım. Genel olarak şehrin ana caddesi Ferhadiye ve Zelenih beretki üzerinde barlar toplanmış vaziyette ve saraybosna halkı gerçekten gece hayatında uçmuş vaziyette. İçki çok ucuz ve barlara elinizi kolunuzu sallaya sallaya giriyorsunuz. Damsız girilmez mantıksızlığı buraya uğramamış İstediğim bara istediğim saatte girdim çıktım. Genel olarak tüm turistlerin toplandığı nokta Cheers Pub. İçerisi ve bahçe tıklım tıklım kalabalık. Dar bir sokak arasında bulunan pub'ta yerel gruplar canlı performans sergiliyor.
Başçarşı cami
Çarşının göbeğinde bulunan Gazi Hüsrev Bey cami ise Saraybosna2nın en önemli Osmanlı eserlerinden birisi. 1531 yılında Mimar Sinan tarafından yapılmış. Bosna sancak beyi olan Gazi Hüsrev Bey bu cami ile Saraybosna tarihine güzel bir eser kazandırmış.
Gazi Hüsrev Bey Cami
Hemen ilerde Monica Han gözüme çarpıyor. 1551 yılında yapılan bu han şimdilerde içinde cafeler ve güzel bir meydan ile turistlerin gözbebeği. Bu meydanda oturup soluklanmak ise en güzeli.
Monica Han
Monica Han sokağında yer alan Bursa Bezistan ise bizim kapalıçarşı'nın ufak bir kopyası gibi. İçerde çeşitli dükkanlar ve cafeler bulunmakta. 1551 yılında Rüstem Paşa tarafından yaptırılmış.
Sinagogtan ayrılıp ana caddeye çıktım. Burası bizim istiklal caddesi'nin daha ufak görünümlüsü olan Ferhadiye Caddesi. Genelde mağazalar, yürüyüş noktaları, cafeler hep burada toplanmış. Caddenin tam ortasında dev bir katedral var. "İsa'nın Kalbi" adlı, inşası 1889 yılında tamamlanmış olan Saraybosna Katolik Katedrali. Bu katedralin önü Saraybosna halkı için buluşma noktalarından biri ve çok kalabalık. Genel olarak ardı ardına dizilmiş cafeler'de insanlar soluklanıyor, içeceklerini içip sohbet ediyorlar.
Gazi Hüsrev Bey Hamamı
Ferhadiye caddesi boyunca ilerliyorum. Tam caddenin bitişinde Mareşal Tito caddesi ile kesişen noktada bulunan kavşakta gerçekten önemli ve acı dolu yılları hatırlatan bir anıt var. Saraybosna Sonsuz Ateş adındaki bu anıt II.Dünya Savaşı'nda ölen sivil ve askerlerin anısına sonsuza dek yanacak ateş düşüncesi ile yapılmış.1946 yılında ilk ateş yakılmış ve bugüne kadar hiç söndürülmemiş.
Saraybosnada resmi gezilerimizide tamamladık ve diğer gezeceğimiz yerler için yola çıktık..
Günler süren hazırlık döneminin ardından çıktığımız Balkan Turu‘ndan bol bol tecrübe, eğlence ve bilgilerle ayrıldık. Gezi sonrasında bizim gibi Balkan Turu yapmayı düşünenler için bu rehber yazıyı hazırlamak istedim.
Aslında Balkanların vize istememesi hazırlık dönemininde en rahat ettiğimiz ayrıntıydı. Hiç bir evrak işi ile uğraşmadan, vizelere boş yere ekstra para harcamadan rahat bir gezi geçirecek olmak en azından bazı ülkelerde insanın bu keyfi yaşamasını sağlayabiliyor. İşleri hallettik, vizeye de gerek yok dedik pekiii Balkan Turu nasıl olacak? Hazır tur paketlerine mi katılmak avantajlı yoksa turu kendin yapmak mı?
Aslında her iki durumun da kendine göre bol bol avantajı var. Hazır turlara katılmak aslında işin kolayı. Uçak, otel ve ara transferlerle uğraşma derdi yok. İyi kötü günlük rehberli turlar ile de gezilen yerler hakkında kısa bilgiler veriliyor. Bununla birlikte turlar ne de olsa bireysel gezilere göre biraz daha pahalı olabiliyor. Ayrıca bizim gezi gibi son dakika karar verirseniz turlarda yer bulma olasılığınız çok zor. Özellikle Hırvatistan’ın AB’ye girmesi ve Ocak 2013’ten sonra Schengen vizesi isteyecek olması Dubrovnik içeren turlara olan talebi patlatmış durumda. Ramazan öncesinde turlarda neredeyse yer yok.
Peki bireysel olarak Balkanları gezmenin avantajları neler? Bir kere her gezide olduğu gibi rotanızı kendiniz çiziyor, istediğiniz şehre istediğiniz kadar süre ayırıyorsunuz. Kalacağınız otelleri kendiniz seçip gruptakileri beklemeden rahat rahat her yeri kendiniz geziyorsunuz. Peki dezavantajları neler? Yazının devamında da okuyacağınız gibi Balkanlar genel anlamda bizden çok geri, otobüsler çok eski. Ara ulaşımlar bazen problem olabiliyor. Gezeceğiniz her yerle ilgili tüm bilgileri kendiniz araştırıp öğrenmelisiniz ki bana göre bu durup dezavantajdan çok işin en zevkli kısmı
Öncelikle şunu söylemeliyim ki, Balkanlar’da gezerken gördüklerinizin sizi bir yerlere alıp götürmesini beklentisinde olmaktansa sizin gördüklerinize anlam yüklemeye çalışmanız daha tatmin edici olacaktır. Bu nedenle de bölge, yakın tarihi ve önceki yüzyıllar hakkında az da olsa bilgi sahibi olmaya çalışmanızı öneriyorum.
Önceden vaktiniz yoksa bile ister Türkçe, isterseniz de bildiğiniz bir yabancı dilde Balkanlar üzerine yazılmış değerli bir kitabı yanınıza alıp, uzun otobüs veya otomobil yolculuklarında okuyabilirsiniz. Balkan ülkeleri sandığınız kadar küçük değil, daha doğrusu farklı ülkelerin farklı şehirleri arasındaki mesafeler çok kısa değil. Bu nedenle yollarda her gün en az 2-3, bazen çok daha fazla zamanınız geçecektir. Bu zamanı güzel değerlendirebilmek için kitaplar dışında da taşınabilir bilgisayar veya medya oynatıcı gibi cihazlarınızı da yanınıza alabilirsiniz. Tabii ki sevdiklerinizle sohbet edip dışardaki harika dağlık, yemyeşil doğayı izleyebilirsiniz ama yine de, örneğin gümrük geçişlerinde bazen bir saate yakın beklerken kendinizi oyalamanız böylece daha kolay olabilir.
Ülkemizin, bölgedeki bazı ülke ve şehirlerin kalkınmasına yönelik ciddi katkıları var. Örneğin Mostar Köprüsü’nün tekrar yapılması, Bosna Hersek’te Saraybosna’da, Kosova’nın Prizren gibi yerlerinde tarihi binalar, camiilerin onarılması gibi yardımlar, siz daha önceden bilmeseniz, kimse size söylemese bile gördüğünüz 1-2 tabela sayesinde, hatta sevimli bir binada Türk Konsolosluğu’nun varlığıyla dikkatinizi çekecek. Tur programları da genellikle böyle şehir ve kasabaları içeriyor oluyor, tabii oralarda da bir Türk olarak çok daha rahat gezebiliyor, esnaf ile iyi diyalog kurabiliyorsunuz.
Bosna Hersek, Saraybosna, Mostar ve Balkan Mutfağı
Bu ilişkilerin kuvvetli olduğu ilk ülke sanırım Borsa Hersek. Geçmişte bir vadinin iki yakasında, bir Müslüman köyü ile Hıristiyan köyünü birleştiren ve mimari güzelliğinin yanında sembolik önemi de olan fakat savaşta fazlasıyla uğraşarak yıkılan, ama 2000’li yıllarda yeniden aslına sadık kalınarak inşa edilen Mostar Köprüsü’yle Mostar her ülkenin turistini çekiyor. Zaten siz de köprünün üstünde durup bir sağa, bir sola baktıktan sonra karşı tarafa geçiyor, orada tarihi yüzünü korumuş sokakta turistik eşya satan mağazalarla yüz yüze geliyorsunuz. Fakat buradaki hediyelik eşya dükkanları arasında 2-3 tanesi, örneğin bakır ve cam işleriyle modern tasarımlar yapan biri, süslemeli, işlemeli eski Singer dikiş makinelerinin dikkat çektiği tarihi eşyalar satan bir diğeri başta olmak üzere, Balkan gezisinin diğer pek çok şehrinde bulacaklarınıza göre, bence, daha ilginç şeyler sunuyorlar erkenden cüzdanını çıkarmak isteyenlere.
Sokakta düz devam edip yol ayrımına gelmeden hemen önce sol tarafınızda, yani nehir tarafında karşınıza bir camii çıkıyor, bu sevimli ve güzel yapının avlusundan ise Mostar Köprüsü’nün güzel fotoğraflarını çekebilirsiniz, aklınızda bulunsun. Bosna’daki diğer durak ise Saraybosna. Saraybosna’da, savaşın etkilerini hala bazı binalarda görebiliyorsunuz. Burada sadece sivillerin olduğunun bilindiği halde bombalanan küçücük pazar yeri bugün yine aynı görevini sürdürüyor. Kurşunlu Medresesi, Hüsrev Bey Camii, bir katedral, aralarda kiliseler görerekten tarihi çarşı ve mahalleyi yaklaşık bir saatte gezebilirsiniz. Türk gezginlerinin Bosna-Hırvatistan geçişleri arasında uğrak noktası olan Poçitel Köyü ise size 3-5 fotoğraf çekme molası anlamına gelecektir. Ayrıca Buna Nehri’nin ortaya çıktığı mağara ve baş ucundaki Blagaj Derviş Tekkesi de, ana yolda durduktan sonra 15 dk.lık bir yürüyüşle ulaşabileceğiniz küçük atraksiyonlar olacaktır, o kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder